Fleabag, çok derin, katmanlı ve belki de izlemeye çok alışkın olmadığımız bir karakterin yaşamından bazı olayları farklı bir ritimle anlatan bir dizi. Karakter böylesine katmanlı olunca olay örgüsü de ince ince işleniyor. Karaktere dair üzerinde düşünebileceğimiz çok fazla örüntü olsa da bu yazıda kısa bir terapi odası sahnesinden bahsedeceğim. Yazının devamında, sadece bir sahneden bahsedecek olsam da hikaye ve olay örgüsüne dair birtakım bilgileri (spoiler) bulmak mümkün.
--
Karakterin dizide bir adı yok, Fleabag, ya da siz ona nasıl seslenmek isterseniz.
--
Dizinin ikinci sezonun başlarında isimsiz kahramanımızı bir terapi odasında görürüz. Babasından gelen bir doğum günü hediyesi karşılığında terapi koltuğuna oturur ve merak dolu gözlerle nasıl bir yerde olduğunu anlamaya çalışır. Çoğu kurgu yapımda olduğu gibi, bu terapi odasında da yaşananlar gerçeği ne kadar yansıtıyor, oldukça tartışmalı.
Fleabag’in alametifarikası seyirciyi de bir şekilde dizinin içine dahil etmesi. Çoğu zaman bir bakışıyla seyirciyle göz göze gelip kimseye açamadığı en karanlık noktalarını paylaşıyor. Acılarını söze dökemediği ve onu kimsenin anlamadığını düşündüğü anlarda ise diyalogların alt metinlerini fısıldayarak izleyenlerle bir bağ kurmayı başarıyor. Hayal kırıklarına, kırgınlığına, acısına hepsine davet ediyor seyirciyi, kısa sekanslarda görüyoruz bazen hüznünü, ailesinin tanımıyla da biraz farklı olmasının sebebini. Dolayısıyla bu terapi odasına da onunla birlikte gidiyor, odadaki bir üçüncü olarak dahil oluyoruz seansa. Seans odasında bunu bize tam da kendine has haliyle işaret ediyor, arkadaşlarım var ve her zaman oradalar diyor, sarkastik gülümsemesiyle. Terapist bunu neden komik bulduğunu soruyor, soru ona iyi hissettirmemiş olacak ki her şeyin analiz edilmesi gerekmediğini, oldukça iyi bir hayatı olduğunu söylüyor. Sonrada parasını geri istediğini ancak terapistin bunun için çok geç kaldığını söylediğini görüyoruz.
Dizi boyunca Flebag’in alışmaya çalıştığımız ilişki kurma şekli burada da devam ediyor, yine de heyecanını fark etmek mümkün. Karşısında niye terapiye geldiğini anlamaya çalışan bir terapist buluyor. Kendisi de anlamaya çalışıyor, en nihayetinde bu terapi fikri biraz da babasından geliyor. Dizi boyunca bu baba-kız arasında kopukluk olduğunu hissettiğimiz bir ilişki var, kurulamayan ve var olamayan ilişkilerini –kızını- bir başkasına, bunu daha iyi yapabileceğini düşündüğü birine gönderiyor, emanet ediyor adeta. Tam da bu emanet edilen olma fikriyle rahat edemiyor Flebag, giremediği o dünya onun için çok kırılgan ve hassas bir yerde. Görülmeyi, duyulmayı, anlaşılmayı tam bilemiyor, o yüzden de en iyi bildiği şeyi yapıp mizaha sığınmaya çalışıyor ancak gelen her soruyla birlikte gözlerinin önüne gelen yaşadığı acılardan kurtaramıyor kendini.
Acısına dokunan sorulara kaçamak cevaplar verip, duyulmadığını düşündüğü anlarda ise kendini rahatlatabilecek hamleler yapıyor. Zorlanıyor ki oldukça anlaşılır. Zaten dizi süresince bize de duyurmaya çalıştığı şeyleri, tam da dizi boyunca yaptığı gibi yapıyor terapi odasında da. Duyulmayacağından, görülmeyeceğinden, bir tekrarın da orada yaşanacağından oldukça emin. Tüm bunlara rağmen, kendine ve yaşadıklarına rağmen orada var olmaya, oturmaya çalışıyor. İlk defa karşı karşıya geldiği birinin bakışları karşısında rahatlama ihtiyacı hissediyor. O yüzden kendini en rahat hissettiği yere, kameraya bir bakış atıyor ve çıkmazın içinde hissettiği o an doğru yerde olmadığını düşünüp parasını geri istiyor. Söze dökülemeyenin eyleme dönme çabası diyebiliriz belki de, terapistin peşi sıra gelen soru yağmuruna dayanamayıp (belki de dayanmak istemeyip) birden içindeki hisleri ortaya çıkarıyor, hem kendine hem de bir başkasına ilk defa sesli bir şekilde söylüyor.
--
Fleabag sahne boyunca şaşkın, sadece ilk defa terapide olmasından dolayı değil (ya da karşısında dirsekleri kuru olduğu için krem sürdüğünü söyleyen bir terapist görmekten de) hatta belki ironik bir şekilde hoşuna gidiyor terapistin tarzı yani terapist tam da Fleabag’in dişine göre. Klasik bir anlayıştan farklı, gerçek bir terapi odasından da oldukça uzak. Öyle ki beş dakikalık bir sahnede konuşulmayan düşünülmeyen her şey hızlıca çıkıyor.
Büyüte büyüte gösteriyor her şeyi bu dizi, o yüzden gerçeğe yakın bir terapi sahnesi beklemek çok gerçekçi olmazdı. Hem hayatın pek çok halini yaşamak, ama bir yandan da o gerçekten olabildiğince kaçmak istemek. Kendini çoğu zaman suçlu hissediyor ve anlıyoruz ki henüz o duygunun adını koyamıyor, kendini anlayamıyor, kaybını henüz bir yere iliştiremiyor, ne hayatı üzerindeki etkisini, ne de başka hayatlar üzerindeki etkisini henüz fark edemiyor. Dolayısıyla da yasını yaşamak henüz çok güç.
Terapi bir süreç işi, uzunca bir süreçte olması beklenen her şey, belki seanslarca üzerine konuşulabilecek iç çatışmaları tek bir seansta, neredeyse ilk beş dakikada yaşanıyor, bolca mizah ve arkasına saklanan acı, hüzün ve suçlulukla. Tıpkı hayatında olduğu gibi tam da öylece bir şeyler hızlıca yaşanıyor seansta da, ilişki kurumadan, güven duyulmadan, anlaşılmadan, derinleşmeden.
Yorumlar hızlı, yüzleştirmeler hızlı, cevaplar hızlı, karşılıklı bir diyalog içinde her şey hıphızlı.
Tüm çaresizliğinin ve ben neden buradayım ki bakışının yanında çaktırmamaya çalışsa da bağ kurmak isteyen bir Fleabag görüyoruz, diyaloglar çok iyi yazılmış olsa da karakterimiz doğru koltukta mı bilmiyoruz ama tahmin de edebiliyoruz çünkü Fleabag’i bir daha dizi boyunca o koltukta görmüyoruz.
Hazırlayan: Gamze Şekerci Kuka
Comments